1 Kasım 2013 Cuma

PARÇALI AY TUTULMASI

Fatima… Nasıl da gülümsüyor adını söyleyip gözlerinin içine baktığınızda. Kaşıkla tek başına yemek yemeyi, yürümeyi, oyuncaklarıyla oynamayı, çiçekleri koklamayı, gök gürültüsünden korkmayı, yeryüzündeki en ferah yerin anne kucağı olduğunu yeni öğrenmiş. Aile albümünün birkaç fotoğraf karesinde kendisine yer seçmiş. İlk fotoğrafta annesine hiç bırakmayacakmışçasına sarılmış. İkincisinde babası tarafından evlerinin bahçesine kurulan salıncakta arkası dönmüş, sanki birine küsmüş. Üçüncüsünde… Aslında bütün fotoğraflarda ‘hayata son bir kez’ dercesine bakmış. Yaşadıkları öyle bir yoksulluk ki… İki yaşındaki kız çocuğunun duruşundan fotoğraflara sızmış. Ülkelerinde yaşanan iç savaş, kuraklık, ölüm korkusu, çatışma, yardım kuruluşları tarafından sefer taslarında dağıtılan çorbalar, kurşun izleriyle dolu duvarlar, çadırlarda doğum yapan kadınlar, yaprakları kurumuş ve tahtadan bir gövde ile kökleri kuruyuncaya kadar var olmaya çalışan ağaçlar, salgın hastalıklar… Tüm bu yoksulluğa rağmen hiç susmayan silahlar, elektriksiz evlerde kapanmayan telefonlar… Alnını secdeye koyup “Sen bizi sıkıntıyla, yoksullukla, hastalıkla değil Sübhanallah ile terbiye et ya Rab” diyen kadınlar… Hepsi sızmış işte topu topu üç fotoğraf karesine. Babasının kızgınlıkları, vize almak için ettiği telefonlar, ülkelerindeki tüm konsoloslukların yıllar önce kapanışı… Annesinin şaşkınlığı, halsizliği, kırgınlığı… Kuş uçmaz kervan geçmez denilen yerlerin aslında nereler olduğu… Hepsi çatal iğne ile iliştirilmiş sanki fotoğrafların iki boyutlu soğukluğuna.

İngiltere’de okumuş Fatima’nın babası. Eşini ve kızını alıp Avrupa’ya gitmek istiyor, bir türlü vize alamıyormuş. Ne kadar denerse denesin olmuyormuş işte. Gemiler karaya oturmuş ya bir kez. Ah yürümüyormuş. Nasip dedikleri buymuş işte. Dönüp dolaşıp aynı yerde bulmakmış kendini. Zamanın durmasıymış bazen. Hayatın akışına ara vermesiymiş. Ama Fatima, ama Fatima’nın annesi, ama İngiltere’den alınmış üniversite diploması, ama yaşanacak güzel günler varmış ve baba akmayan hayatı elleriyle sürüklemeye kararlıymış. Sonrası herkes için hemen hemen aynıymış.

Anne, baba ve kız… Libya’da beş yüz mülteci ile aynı teknede bulmuşlar kendilerini. Balık istifi gibi insanlar üst üste yerleştirilirken tekneye adam duraksamış bir an. Hani vazgeçtim dese, arkasına bile bakmazmış kadın. Ama Fatima… Suya bakıp gülümsemiş. Genç karı-koca kızlarının tebessümünü yol haritası bilmiş. Günler geçmiş teknede. Açlık, susuzluk, yorgunluk… Önemini kaybetmiş. Yeter ki bir gitselermiş, karaya adım atsalarmış, sahilde bir nefes alsalarmış… Mültecilerin uluslararası hakları, gittikleri ülkelerde başvuracakları merkezler, mülteci kamplarında yaşanacak birkaç yıl… Ve geri dönüş özlemi… Hepsi sıra sıra diziliyormuş gözlerinin önüne. Erkekler hayal kurmaktan, kadınlar ve çocuklar babalarının kurduğu hayali taşımaktan bitap düşmüş. Tekne İtalya yakınlarındaki Lampedusa Adasına yaklaşacakken… Limana 1 kilometreden az mesafe kalmışken… Ay tutulmuş bir anda. Fatima küçük parmaklarıyla önce ayı işaret etmiş, ardından annesinin yüzüne dokunmuş. Teknedeki yaşlılar durumu anlayıp dua etmeye başlamış.

Sabah doğru… Kıyıya yaklaştıklarını haber vermek için yaktıkları battaniye güvertedeki mazota isabet etmiş. Somalili ve Eritreli mülteciler panikleyerek teknenin diğer tarafına yığılmış. Ve alabora olan teknedeki mülteciler hayatını kaybetmiş.

Cesetler yavaş yavaş kıyıya vurmuş… Kıyıya erkeklerin, kadınların… Ah iki yaşındaki Fatima’nın cesedi vurmuş. Siyah saçları annesinin topladığı gibi hiç bozulmadan duruyormuş ve cennette çok sevdiği birini görmüşçesine gülümsüyormuş. Afrikalıların ölümlerini yalnızca istatistikî bir veri olarak gören Avrupa’nın sözde vicdanı sızlamış. Tek tek tabutlara konulmuş cesetler. Sıra sıra dizilmiş. Mültecilerin cebinden aileleriyle, arkadaşlarıyla çekilmiş fotoğraflar, hatıra niyetine saklanmış mektuplar çıkmış. Mültecilerin cebinden Afrika kıtasının hayal kırıklıklarının faturası çıkmış. Beş yüz ölüm, beş yüz acı, beş yüz geride bırakılmış hayat orada bulunan herkesin kalbine ağır gelmiş.

Fatima’nın tabutunun önüne oyuncak bir bebek koymuşlar. Ve ajanslara not düşmüşler: “Evet önünde bulunduğumuz tabut iki yaşında bir kız çocuğuna ait. İtalyanlar, derin üzüntülerini tabutun önüne koydukları oyuncak bebekle ifade etmiş.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder