“Kimsesiz hiç kimse yok
Kimsenin var kimsesi
Kimsesiz kaldım
Yetiş ey kimsesizler kimsesi”
Siyonizm… Ayakları
nasırlaşmış Türkiye’nin hissettiği ilk acı…
Altmışların ortası… Siyonizm ilk kez
bir tehdit olarak algılanıyordu ülkemizde ve ülkemizin dünya perspektifinde.
Çünkü o döneme kadar akademinin, siyasetin ve halkın birinci vazifesi rejimin
geleceğini korumak, insanları komünist-antikomünist ya da laik-anti laik gibi
tasniflerle ayıklamaktı(?). Çünkü darbelerin gölgesinde kalan dış politika hep
birilerine emanet edilmiş ve emanetçiler rüzgârın estiği yönde eğilimlerini
şekillendirirken müttefikin adı bazen ABD, bazen İngiltere, bazen Almanya
olmuştu. Zaten demokratikleşme süreci de sırf NATO ve benzeri kuruluşlara üye
olmak için hızlandırılmıştı. Çünkü hilafeti daldığı uykudan uyandırma korkusu
Doğu, özellikle de Ortadoğu ülkeleriyle ilişkileri geçici süreliğine(!) dondurulmuştu.
Çünküsü yoktur aslında… Türkiye’nin ayakları Müslüman kardeşinin ayağına batan
iğneyi hissedemeyecek kadar nasırlaşmıştı. Taşlar yerli yerindeymiş, sular hep
böyle sakin akacakmış gibi dururken ve demir perde korkusuna yüzümüz hep
Batı’ya dönmüşken… “Kahrolsun Siyonizm” başlıkları atılmaya başlandı birdenbire.
Sağdaki gençlik hareketleri sistemin içinde kendi kendisine yol açarken, Milli
Türk Talebe Birliği, Yeniden Milli Mücadele Birliği gibi teşkilatlanmalarla
kadrolar oluşturulurken, diğer İslam ülkelerinde fikirler ve olaylar Yüksek
İslam Enstitülerinin hep çeviri kokan toplantılarında konuşulmaya başlanmışken…
Kahrolsun Siyonizm sözleriyle dünyayı bekleyen yeni tehlike tanımlanmıştı. İşte
tam da bu dönemde Filistin Direniş Örgütü kurulmuş… Siyonist tehditler ve
alınması gereken tedbirler bu dönemde konuşulmuş… Filistin halkı için yapılacak
duanın adı tam da bu dönemde konulmuştu. Mısır’da, İran’da, Pakistan’da
Müslümanlar yeniçağın laneti olarak adlandırdıkları Siyonizm hakkında yazmış,
çizmiş, konuşmuş ve önce Müslüman kardeşlerini sonra batılı ülkeleri bu konuda
yeni açılımlar yapmaya davet edilmişti… Mitinglerde, ciddi ve önemli
toplantılarda, uluslar arası İslam şuaralarında hep “Kahrolsun Siyonizm” sözü
altı çizile çizile, büyük ve hassas vurguların netliğiyle yinelenmişti.
Arun Aleykum
Filistin artık Türkiye’de ve dünyada muhafazakâr kesimlerin davasıydı…
Çarşaflı kadınların, sakallı erkeklerin, attığı her taşta “Allahu Ekber” diyen
çocukların haklarını savunmak ne Birleşmiş Milletlerin, ne Dünya Bankası
yetkililerin ne de Asya ve Avrupa ülkelerinin yıllarca ilgisini çekmemişti. Pek
çok şey gibi halkların kardeşliği de konu Müslümanların özgürlüğü olunca
dünyanın kabul gördüğü barikatlara takılmış… Konu Filistin olunca koca koca
akademisyenler “İsrail’i haklı bulmuş”… Filistin olunca konu “Onlar önce
Hamas’a mı destekleyecekler, El Fetih’i mi bir karar versinler” cümlesiyle temize
çekilmişti mazeretler. 1968 de Filistin Kurtuluş Örgütünün Kurulmasından 11
Eylül saldırılarına kadar geçen süreçte, batıda ‘müslüman terörist’
tanımlamaları hep Filistin örneği üzerinden tartışılmıştı. Hayata devam etmek
için güvenliğin her şeyin önüne geçtiği ülke, militarist eğilimleri, İsrail
askerlerine taş atan çocukları, “Vatanım için, Mescidi Aksa için hiç olmazsa
ölürüm” düşüncesiyle intihar bombacısı olmak isteyen genç kadınları nedeniyle
hep suçlanmıştı. Sanki İsrail dünya barışı için bir tehdit değilmiş gibi… Sanki
havadan atılan bombalar sivil halkı vurmuyormuş, Mescid-i Aksa topraklarında,
Kudüs’te, Gazze’ de hayat normal seyrinde devam edebiliyormuş gibi… Sanki
kendisini siper eden babalara rağmen çocuklar vurulmuyormuş ve dünya ‘Arun Aleykum’
diye bağıran küçük kızların âhıyla sarsılmıyormuş gibi… Dünyanın savaşçı, asi ve
hırsın çocuğu ilan edilmişti Filistin.
Filistin’de yoksulluk sınırından
açlık sınırına…
Batının yardımdan men ettiği, doğunun karışık gündeminde yer açamadığı
Filistin-İsrail hattında yaşananlar satır aralarına, manşet gerilerine
gizlenmişti sessizce. Allah’ın davası salonların, meydanların ve bir ideolojinin
davası gibi deklare edilmiş… Filistin’in dul kalmış kadınlarına, balarının siperine
rağmen sokakta can vermiş çocuklarına… Açlık, hastalık ve ekonomik ambargolarla
ölümü en temiz kurtuluş olarak gören yaşlılarına ağıt yakmak isteyenler de hep
susturulmuş, hep hor görülmüş, önemsenecekler hanesinden silinmişti bir kalem
darbesiyle. Öyle ya İsrail ABD himayesinde günden güne büyüyordu. Öyle ya, reel
sektörün pek çok alanında alternatifi olmayan bir dev haline geliyordu… Silah
sanayinden medikale, tarımdan teknolojiye Nazi katliamlarının da etkisiyle
Yahudi olmayan herkesi bir gün karşısına alabilecek konuma gelmek için her şeyi
göze almıştı… Müslüman ülkeler İsrail
ile anlaşmalar imzalıyor, inanan(?) kullarının İsrail firmalarına hayranlığı
artıyordu. Hal böyle iken kim küresel dünyaya meydan okuma pahasına Allah’la
müttefik olma yolunda Filistin davasında ‘taraf’ olmak isteyecekti? Kim Akabe
Biatı’ndaki gibi “İnandık ve bu yolda başımıza gelene razı olduk” diyecek
cesareti kendisinde buluyordu? Sahi kim dünyanın hedefini terk etmeyen
okçuların omzunda döndüğüne inanıyordu?
İsrail: Kapalı cezaevi yöneticisi
Tam kırk yıldır saldırılar, sözde güvenlik önlemleri, ekonomik
ambargolar, iç ve dış tehditler arasında yaşayan Filistinliler 2008 yılının sonuna
doğru önce karanlığa gömüldü. Ülkede temel ihtiyaç maddesi olan ekmek üretimi
durdu. Mısır üzerinden gelmesi beklenen yardımların önü uluslar arası
anlaşmazlıklar yüzünden kesildi. Hayata devam edebilmenin ayda en az beş yüz
dolara mal olduğu ülkede yaşam standardı yoksulluk sınırından açlık sınırına
indi.
2009 başlarında Gazze İsrail’in kapalı cezaevi haline geldi. Sözde
sığınılacak bir avuç toprak bulmak için Avrupa’dan Ortadoğu’ya getirilmiş
İsrailliler artık yedi yüz bin değil sekiz milyon nüfusa sahipti ve bırakın
Filistin’i tüm Arap dünyasını karşısına alacak kadar güçlü olduğuna
inanmaktaydı. Altı aylık ateşkes sürecinde bile barışın defalarca bozulduğu
söylentilerinin arasında Filistinlilerden “Kendilerinin hizmetçisi olmalarını,
göç etmelerini ya da merhametini kaybetmiş yedi milyar dünyalının gözleri
önünde orantısız güç kullanımıyla ölmelerini” istiyordu.
Tebbet duası, yağmur ve bir çocuk
mezarlığı…
Bu gün Filistin’de bir halk gözler önünde katledilirken; kreşler,
hastaneler, üniversiteler bombalanırken… Nefes almanın dahi hayati tehlike arz
ettiği ülkede açlık, hastalık, ölüm ve “ya topraklarımızı kaybedersek” korkusu
etrafı sarmışken… Aslında dünyanın merhameti hizaya çekiliyor. Sanki İsrafil
Sur’a üflemek için zaman kolluyor da son bir hamleyle kimlerin Allah’ın
müttefiki olduğunu yeniden gözden geçiriyor. Siyonizm’i ve İsrail’i kınayan
kalabalıkların arasında, mitinglerde dua anne babasının yanında her çocuk biraz
da Aksa oluyor sanki. Sanki dünyanın kör seyircilerinin arasında Aksa, Gazze,
Kudüs ve Hayfa için birileri usul usul Tebbet okuyor. “(O) ceza gününün
malikidir” ayeti sabah namazının ardından Gazze Şeridinden dünyaya bir yol
haritası çıkartıyor. Ancak o yolda yürüyenler anlıyor şehitlerinin ardından
“Allah azze ve celle” diyen Filistinli kadınları… Yağmur kadar gözyaşının da
yeri ve göğü yıkadığı anlarda bir çocuk mezarlığına dönüyor Gazze.
Korkuyorum, yerler ve gökler
merhametsizlikten kuruyacak bu gidişle!
Biz bu sahneleri Bosna-Hersek’te, Kosova’da, Çeçenistan’da ve Irak’ta da
yaşamıştık demeye dilim varmıyor. “O Filistin halkı ki Allah’la küresel
söylemlerin ortasında Allah’la müttefik olma şerefiyle veriyor mücadelesini,
peki ya biz?” sorusuna verilecek cevapları duyacak gücü kendimde bulamıyor…
Yerlerin ve göklerin merhametsizlikten kuruyacağı korkusuyla geceleri gözümü
kapatamıyorum. İşgali, savaşı ve şimdi de katliamı sırasıyla gören Gazze’ de kitaba
inen ayetlercesine dua, yardım ve kurtuluş müjdesi inmesini bekliyorum.
Gören bir çift göz…
Komplo teorilerinin, suçlamaların, soykırımları resmi ideoloji
yangınlarına kurban edenlerin ve Filistin davasında taraf olmaktan korkanlar
dünyasında, Allah’tan yalnızca hakikati gören bir çift göz olmayı diliyorum.
Dünyanın yanılmalar ve saptırmalarla dolu tarih yazıcılığında, yeryüzünün ancak
hakikati gören gözlerle azad olacağına inanıyorum.
Aylık Kadın Dergisi TURUNCU, Ocak 2009
Aylık Kadın Dergisi TURUNCU, Ocak 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder